İncinmek

İncinmişliklerinden incelik doğuranlardan mı, nefret doğuranlardan mısınız?

Reklamlar

Sevgi ve saygıyı korumanın kilit anahtarlarından biridir ince düşünebilmek.

İncinmek, incelik yokdunluğunun yarattığı hassas bir duygudur. İnsanlar kendilerince yaşarken bile, farkında olmadan başkalarını incitebilirler.

En çok kimler incitir bizi hiç düşündünüz mü?

Değer verdiklerimiz.

İnce bir sızı ile çatlar kalbimizin hassas noktası incindiğinde. İğne başı kadar küçüktür başlangıçta o incinen yer. Küçüklüğünün yarattığı sızı içten içe yürütür o çatlağı.

Küsmeyiz, acı duymayız.

Sızlar içten içe.

Yanık yanık.

Sonra incindikçe yürümeye başlar o çatlak kalbimizin çeperinde.

Gün gelir o sızı, acıya evrilir.

İşte o acıdır ki sevginin yitip gitmesine sebep olan.

O acıdır saygının kıvranarak yok olmasının müsebbibi.

Zarar gördüğümüzde uzaklaşırız sevgiden.

Diğer taraftan acıları bilmek, tecrübe etmiş olmak, başkalarına karşı nazik olmamızı sağlar.

Empati girer devreye.

Biliriz çünkü incindiğimizde ne hissettiğimizi.

Yavaş yavaştır incinmiş bir kalbin yıkımı.

Çok iyi biliriz.

İnsanlar yaklaşımlarında tam da burada ikiye ayrılır;

İncinmişliklerinden incelik yaratanlar,

İncinmişliklerinden nefret doğuranlar.

Siz hangi taraftasınız hiç düşündünüz mü?

İnceliklerin kol gezdiği bir gün olsun.

Sevgiyle kalın, farkında kalın.

Gökşen Bozkoyunlu

YA VARSA?

Ya başındaysak yolun, sonuna vardığımızı düşünüyorken…

Reklamlar

Ya başındaysak yolun,

Sonuna vardığımızı düşünüyorken

Ya tam da kirazlar açmaya yüz tutmuşken vazgeçtiysek

Ya tam gülümseyecekken yâr,

Olmayacak deyip ardımıza bakmadan yürüyüp gittiysek

Ya tam seslenecekken gönül bize,

Kapadıysak kulaklarımızı

Ya bir başlangıcın arefesindeysek her şey bitti derken

Ya o engelin ardında gül bahçeleri varsa

Ya varsa?

Vazgeçme

Söyle yüreğine az sabretsin

De ki;

Dayan

O kapının ardı bahar,

O kapının ardı umut,

O kapı sevdalara açılacak

O kapı aydınlık yarının kapısı

Tut kolundan açıver

Korkma!

Gökşen Bozkoyunlu / 25.07.2022

“Önce Ben” Diyebilmek

Reklamlar

Doğuştan sahip olduğumuz bir yetenektir iletişim. Ne yazık ki bunun farkına varılmadan heba edilen pek çok yaşam var etrafımızda.

Bilgi ile donanmak hiç kuşkusuz her koşulda önemli olmakla birlikte, tek başına da bir şey ifade etmiyor. Zira o bilgilerin de paylaşılmasında, aktarılmasında temel gereksinim, iletişim. İletişim yoksa ne bilgi ne anı ne hikâye ne de tecrübe aktarılabiliyor.

Sorarım hepimize, en son ne zaman kendimize “Bugün nasılsın?” diye sorduk. Ne zaman iletişim kurduk kendimizle?

Önce “Ben” demekle başlıyor oysa her şey. Yanlış okumadınız evet, “Önce Ben” demekle başlıyor.

Kendimizi tanımak, anlamlandırmak, istek ve heveslerimizi, sevinç ve kaygılarımızı, hüzün ve dertlerimizi ve daha pek çok duygumuzun nasıl, neden ve hangi koşullar altında oluştuğunu anlamak işte önce o içimizdeki “Ben” ile iletişim kurarak anlaşılabiliyor.

Zira ben, benimle iletişim kurup bana sahip çıkmadıkça, yaşadığım bu hayat ta bana ait olmuyor. Daima başkalarının hayatlarını yaşıyor, başkalarının öğretilerini benimsiyor, başkalarının bakış açısıyla yaşama bakıyorum.

Mahkûmiyetin düşünce bağlarımıza vurulmuş bir prangadan ibaret olduğunu anlatmıştım bir yazımda. Özgürce düşünmek, önce “Ben” olmayı öğrenmekle başlıyor.

Ben olmayı öğrenmekse kendimize yapacağımız iletişim yolculuğu ile mümkün olabiliyor.

Kendimizi ne kadar tanıyoruz ?

Kendimize ne kadar değer veriyoruz?

Kendimizi ne kadar seviyor ve sayıyoruz?

İşte bu temel sorulara vereceğimiz dürüstçe yanıtlar kendi içsel yolculuğumuzun ilk adımlarını oluşturuyor.

doğuştan insan özüne tohumu ekilmiş bu eşsiz iletişim yeteneği önce kendi yaşam felsefemizde filizlenmeli ki, sağlam temelli rengarenk çiçeklerle dolu bir yaşam yolculuğumuz olsun.

Sahi, bugün nasılsınız?

Sevgiyle kalın, farkında kalın.

Gökşen Bozkoyunlu

Mahkûmiyet

Mahkûmiyet, hayal kuramayanların güçlü prangası.

Reklamlar

Diyeceğim o ki ;

Kelimelerin yamacında çok susuyoruz. Neden ? Çünkü o kelimeler konuşulmuş ve bir karara varılmış elbirliği ile insanlık nezdinde. O insanlık demiş ki, ‘Doğrusu budur.’

Genel kabul görmüş kavramlar, anlamlar.

Ah o genellemeler, ah o tekdüzelikler. Ah o bizi aynılaştıranlar !

Oysa galat-ı meşhur pek çok kavrama sırtımızı yaslamaktır bizi içten içe kemiren. Düşünce yok, bakış açısı yok. Değerlendirme ve anlamlandırma yok. Nihayetinde de ‘Sorgulama’ yok. Esir bir yaşam aslında bizimki.

Ne demir parmaklıklar ardında yaşar, ne tekerlekli sandalyede ne de âmâ gözlerde mahkûmiyet. Mahkûmiyet, hayal kuramayanların güçlü prangasıdır.

Oysa özgürlük hayal kurmaktan geçer.Yıkmaktır çerçeveleri, kaldırmaktır sınırları. O sınırlar ki, hepimizi aynı düşünce kavanozu içine sıkıştırıp, koca bir yanlıştan hiç çıkmyacak yalandan bir doğru çeşnisi yaratandır.

Sahi, nedir doğru?

Herkes tarafından kabul gören mi? Bize öğretilen mi?

Doğru bilinen nice kavram ve öğreti var yaşamda.

O yüzdendir ki, özgürce ve sınırsızca düşünme kabiliyetidir hayal kurmak. Bu kabiliyet geliştikçe, uçsuz bucaksız tüm sınırlardan bağımsız, sorgulayan, görebilen, anlayabilen ve anlamlandırabilen bir mizaç sunar bize.

O yüzdendir ki, yaşamda başımıza ne glirse gelsin, iyide ve kötüde hepimiz tekiz.her birimizin tecrübeleri başka.Her birimiz özeliz.Doğrularımız başka. Doğrularımız kendimize.

Yaşadıklarımız kendi deneyimlerimizi, deneyimlerimiz kendi dünyamızı oluşturur.Akıl vermek ne haddimize. Burakalım bunları, tutunalım hayallere.

Kurduğumuz o hayallere varmak üzere çıktığımız yolculukta; özgürlük, mutluluk ve huzur birer çiçek gibi onları koklamamızı bekleyen en güzel hediyemiz aslında. Yolculuk, yürüdüğümüz yolu güzelliştmekten geçer.

Tayfun Talipoğlu, Yol Hikâyesi kitabında yüreğimi delip geçiyor. Diyor ki;

“Başındayız biliyorum, sonu da yok bu yolculuğun. Nöbet sırası bizdeymiş gibi geldi bana. Çünkü gördüm ki, en çorak toprakta biten ayrıkotu bile bir şeyler aktarmakta kuşağına. ‘Dane’ vermeden gitmek bize yakışmaz.”

Kendinize hayal armağan edin bugün, kendi doğrunuza varmak için.

Sevgiyle kalın, farkında kalın.

Gökşen Bozkoyunlu

Kaybolmak

Reklamlar

Siz de bazen kaybolduğunuzu hisseder misiniz kendi zaman tünelinizde ? 

Gardımın düştüğü kimi zamanlarda hissettiğim tam olarak budur. 

Kayboldum duygusu. 

Peşi sıra gelen, “E peki şimdi ne yapacağım?” sorusu. 

Yalnız hissedersiniz kendinizi baştan ayağa.

O andan itibaren adım aldığınız her sokak, baktığınız her göz, duyduğunuz her ses yabancı.

Her şey ve herkes,  el olur size.  

Dururum ben böyle anlarda. 

Bir süre sadece dururum. 

Sırtımı yaslayabileceğim güvenli bir yer ararım. 

Ama bir deniz kenarı, ama bir orman yolu, ama bir ağacın gövdesi, ama bir bankın kucağı. 

Oturup yaslarım sırtımı beriye. 

Dikerim gözümü alabildiğine en uzağa . 

Ben diyeyim ufuk, siz deyin feza. 

Bakarım görebilmek için,

Bakarım duymak için,

Bakarım dinlemek için

Bakarım anlamak için.

Çünkü bilirim ki o baktığım ufukta kavuşacağım bir ben olur daima. 

Ona vardığım anda başlar yeni hikâyemin girizgâhı. 

Sınırda Üç Kadın / Feyza Altun

Reklamlar

Beni yutkunamayacağım tarifsiz bir haykırışın içinde bırakan ve bu satırları paylaşmama vesile olan bir roman okudum bugün.

Önce insan olmanın ve ardından can verdiğimiz insanında karakter hamurunu yoğurabilmenin ne denli önemli olduğunu kocaman bir sille tokatla bir kez daha beyinlere kazıyor Sınırda Üç kadın romanında Feyza Altun.

Toplumsal koca bir yara olan psikolojik ve fiziksel şiddetin yarattığı travmaların 3 kuşak kadının yaşamında nelere mal olduğunun satırlara yansımasıdır bu eser.

Anneanne, kız ve torun üçgeninde, kendi yaşanmışlık ve yaşanamamışlıklarının yetiştirdikleri bir sonraki kuşaın hayatına nasıl da derinden sızdığını ve aynı döngünün yine yeniden yaşandığının acı gerçekliğidir bu roman.

İnkılap Kitapevi’nden çıkan romanda beni derinden etkileyen birçok satırdan sadece iki minik kesit paylaşmak isterim.

Sevgiyle kalın, Farkında kalın

…Herkes “Üzülme” diyor ama kimse ” Üzülmeye hakkın var, üzül, ben yanındayım ” demiyor…

Kötülükleri yaşayanlar travmalarını ancak iki şekilde atlatabiliyordu; ya aynısını yapıyordu ya da tersini…

Deniz Yıldızı / Kıssadan Hisse Öyküler

Reklamlar

Günlerden bir gün, adamın biri sabahın kör saatinde uyanır ve okyanus kıyısına giderek güneşin doğuşunu izlemeye karar verir. Yol alır ve oraya vardığında görür ki kilometrelerce sahil onu beklemektedir.

Yavaşça yürümeye başlar ve çok uzak bir noktada, minik siyah bir nokta görür. Merak ederek yavaş yavaş ona doğru yürümeye başlar. Yaklaştıkça, o siyah noktanın aslında onu çok tatlı bir çocuğa kavuşturduğunu görür.

O çocuk ne yapıyordur biliyor musunuz ? Yanında, öresinde, berisinde gördüğü deniz yıldızlarını çılgınca okyanusa atmaktadır. Adam onu yanına yaklaştıktan sonra sorar.

-Ey çocuk günaydın ! sen bu deniz yıldızlarını neden okyanusa atıyorsun ?

Çocuk gülümser ve cevap verir;

-Güneş doğduğunda sular çekilir, ve deniz yıldızları eğer susuz kalırsa ölür. Ben o yüzden bu deniz yıldızlarını okyanusa atıyorum, der.

Adam manidar bir gülümseyle der ki;

– Kilometrelerce uzun bir sahil var burada, sen buradaki hangi deniz yıldızına yetişebilirsin ki ? hangi birini kurtarabilirsin ki ?

Çocuk bu cevap üzerine eğilir, tam da önünde duran deniz yıldınız alıp adama gösterir ve ardından onu okyanusun olabildiğince en derin yerine doğru atar. Ve dönüp adama şu cevabı verir;

-İşte bu deniz yıldızı için çok şey farketti, der.

Bu cevabın ardından her ikisi birden öğle saatlerine dek tüm sahil şeridince ulaşabildikleri belki binlerce deniz yıldınızı beraber okyanusun serin sularına atarlar.

Gelelim Kıssadan Hisseye;

Hepimizin tek bir hayatı var. Bizler birer insanız. Yaşadığımız dünya ve topraklarda sadece yaptığımız herhangi bir eylemle,bir kişinin veya bir canlının dahi kalbine dokunabiliyorsak, ona can suyu verebiliyorsak yapacağımız tek bir hareketle birçok şeyi olumlu yönde değiştirebiliyorsak eğer ; Ne fark eder ki ? demeyelim olur mu ?

Tıpkı çocuğun söylediği gibi;

– O deniz yıldızı için çok şey farketti.

Sevgiyle Kalın, Farkında Kalın.

Ciğerlerimiz yanmaya devam ederken, yüreğime sıkışan iki kelam.

Ciğerlerimiz yanmaya devam ederken,yüreğime sıkışan iki kelam lafım var devlet büyüklerimize.

Reklamlar

Günlerdir, bizi yaşamda tutan alanlarımızın nasıl, an be an küle dönüştüğünü, geleceğimizin nasıl yok olduğunu elimiz kolumuz bağlı izliyoruz hep birlikte.

İzlediğim her bir karede içim dışıma çıkana kadar akan gözyaşlarımı dindirmeye çalışıyorum. Sahi, sizde kaldı mı gözyaşı?

Geleceğimiz adına, evlatlarımız adına yapabildiğim yegâne şey, acizâne yaptığım sosyal medya hesaplarımdaki yayınlarla maddi ve manevi destek vererek değer yaratmak ve her birimizin sorumlusu olduğu bu yangın cehenneminden nasıl kurtulacağımızı düşünmek.

Ne anlatmıştım kıssadan hisse hikayede, İnsanı değiştirirseniz, dünya düzelirdi değil mi?

Ne anlatmıştım topladığım çöpleri size tek tek gösterirken , “her şeyi yedik,içtik,becerdik ama biz insan olmayı beceremedik” diye.

Yılmadan, bıkmadan anlatmaya devam.

Çay sevdama turşu sıkamayacak devlet büyüklerim size sesleniyorum !

Bu memleket hâlâ aklı başında, kendine saygı ve sevgi besleyen insanlarla dolu. İnanamayacaksınız ama öyle. Her platformda söylüyorum ya ; sadece 1 insanın kalbine dahi dokunabilmek, sadece 1 insanı dahi birkaç dakikalığına düşündürebilmekti, insan olmak. İnsan olmak, vicdan sahibi olabilmekti.

Seyirlere doyamadığımız, kıyamadığımız doğanın büyülü yeşiline, el birliği ile kıyanlara sesleniyorum !

Bu yangınları çıkaran cehaleti yıllardır ilmek ilmek ören sevgili devlet büyüklerimiz, evet size sesleniyorum !

Yarattığınız eğitimden yoksun, doğanın değil paranın yeşiline muhtaç ve esiri ettiğiniz memleketimin insanı, tam olarak sizin eserinizdir.

Eşi benzeri olmayan kurduğunuz siperli kalelerin içine giren solduğunuz hava da ortak değil mi insanınızla?

İnsan şaşar, beşer. İnsanı mecbur bıraktığınız sürece yönetebilir ve en ağırı da satın bile alabilirsiniz. ve fakat unutmayınız ki havayı, suyu, oksijeni ve atmosferi satın alamazsınız.

Siz benim cebimdeki parayı alabilirsiniz ama yaşam hakkımı elimden asla alamazsınız. Buna izin vermem.

İnsanların çabaları, ağlayan anaların,babaların yürekleri hiç mi vicdanınızı sızlatmıyor. Siz nasıl bir engin vizyonla devlet büyüklüğü yapıyorsunuz bize anlatın lütfen. Bana, bize, vatandaşınıza.

Siz geleceğini çaldığınız tüm evlatlarımıza hesap vermek zorundasınız.

Adalet terazisinin mahkemelerin yüreğinden sökülüp alındığı o günden beri kayan şirazenizin dengesini yine bana,bize,insana,halkınıza,memleketinize sağlamak zorundasınız. Çünkü devlet büyükleri olarak mevcudiyetinizin yegane sebebi bu.

Gerekirse papatya sapını sayacak kadar dahi umudumun olduğu bu yaşamda, nefesimi bir an önce bana geri verin.

Ez cümle;

Aksi, göz göre göre şahit olduğumuz bir cinayetin tam da katili olarak tarihe geçeceksiniz.

Bir vatandaş olarak tüm devlet büyüklerimizi acilen görevlerinin gereğini yapmaya çağırıyorum. Zira iyi vatandaş, sorumlu vatandaş imkanı ölçüsünde gereğinden fazlasını yapıyor.

Kafamdaki Fillerin Hepsi Mavi / Murat Gülen

Reklamlar

İçimizde kendini bulma sevdasına düşen her kim varsa miniki bir mola vererek, Kafamdaki Fillerin Hepsi Mavi kitabını okumalı. Zira kitap o mânâyı arama yolculuğunuzda bilin ki; varlık ve yoklukla, özgürlük ve tutsaklıkla, aşk ve nefretle, bilgelik ve cehaletle, bencillik ve fedakarlıkla, gerçek evren ve iç evreninizle ve elbette ki hiçlikle çığlık çığlığa yüzleşeceğiniz o gerçek fırtınanın kitabıdır aslında.

Fırtına esnasında o engün okyanustaki azametli dalgalar var ya , onşlar öyle dalgalar ki , rotanızda sizi oradan oraya savuran, savurdukça da giderek sizi sizden koparan, yaşam girdabının tam ortasına sürüklüyor.

İnsanlık, varolduğu günden bugüne, varoluş sebebini de arıyor durmaksızın. İşte tam da bu noktada yazarımız Sevgili Murat Gülen diyor ki; “… İnsan kendini anlamak için felsefeyi,kendini anlatmak için edebiyatı buldu. Kendini sağlama almak için matematiği, kendini göstermek için fiziği buldu. Kendini yaşatmak için bilimi, kendini tanımlamak için coğrafyayı buldu. Ancak ne olduysa oldu ve birden hasreti bulup, kendini unuttu. Çünkü bu duyguya ne şiirler ne anlamlar ne toplamlar ne ispatlar ne şehirler ne de gerçekler yetebildi…”

Murat Gülen’le tanışma kitabım olan bu hikayenin bazı satırlarıyla saatlerce bakıştım biliyor musunuz ? Okudum, tekrar okudum. Sonra an geldi durdum,mola vermek istedim. Neden biliyor musunuz ? Ufkumu açan o satırları sindirmeye ihtiyacım olduğu için.

Ne karakterleri ne de hikayeyi anlatmayacağız elbette ki. Dilerim bu satırlarla siz de buluşur, benliğinize ufuk açacak kesitlerle siz de karşılaşırsınız.

Bende mânâsı ile çokça örtüşen o cümle ile sizi başbaşa bırakıyorum.

“Ölümün karşıtı yaşam değil, özgürlüktü.”

Murat Gülen

Nedir Aile ? Hiç Düşündünüz Mü ?

Reklamlar

Nedir Aile hiç düşündünüz mü ?

Tüm öğretilerden uzakta,bazen oturduğunuz o sahil kenarındaki banktır aile.

Bazen bir ormandaki ağaç dibi

Bazen hiç tanımadığınız ama gülüşüne kapılıp gittiğiniz o yabancıdır aile.

Aile, bazen de yapayalnızlığınızın içinde, kalabalıkların ortasındaki o gülüştür.

Her zaman kan bağıyla olunmaz aile.

Çünkü aile, kalbinizin orada olayım diye çırpındığı diyardır aslında.

Sözün özü; kalbiniz neresi çarpıyorsa, orasıdır aile.

Bazen de aile, sadece sizsinizdir.

Bunu daima aklımızda tutabilmek dileğiyle !

Sevgiler,

G.B.

Exit mobile version
%%footer%%