Gör Beni / Akilah Azra Kohen

Reklamlar

Zıtlıklarla örülmüş ağların arasında filizlenen bir aşk hikâyesi ile buluşmaya hazırsanız doğru eserdesiniz.

Gör Beni, cumhuriyetin ilan edildiği ilk yıllarda, savaş sürecinde ailesinin pek çok ferdini kaybetmiş güçlü bir cumhuriyet kadını olan Ülkü’nün hikâyesidir.

Gör Beni, vatan haini ilan edilerek sürgüne gönderilen “Yüzellilikler” arasında babasının da bulunduğu, Osmanlı sadrazamının oğlu Selim’in hikâyesidir.

Ülkü ve Selim’in her şeye rağmen büyüyen aşklarının hikâyesidir Gör Beni.

Bununla birlikte 593 sayfalık eserin satırlarında anlatılan yegâne konunun aşk olmadığını da net olarak ifade etmek isterim. Zira umduğunuz, cumhuriyetin ilan edildiği ilk yıllarda yaşananların toplumsal yansımasının fotoğrafına bakmaksa, bu eser sizin için de doğru adres.

Gör Beni, cumhuriyetin aydınlık yarınları olan gençlerin, srogulayan, araştıran ve tarihin çıplak gerçekliğine ulaşma gayretinde olmaları için mücadele veren, savaşta oğlunu bu topraklarda şehit vermiş İnsanlık Tarihi dersinin öğretmeni Profesör Fred’in yaşamdaki duruşunun hikâyesi aynı zamanda.

Mustafa Kemal Atatürk’ü  yok etme planlarıyla toplumu Cumhuriyet’in gerisine yeniden nasıl sürükleyebileceklerinin planlarını yapanların hikâyesi Gör Beni.

İlmiye’nin, Ali’nin, Semiha Hanım’ın, Mösyö Picot’un, Yakışıklı’nın, Melek’in, Orhan’ın, Bahriye Hanım’ın ve adları gibi tutundukları değerleri ve duyguları da birbirinden farklı nicelerinin hikâyesi Gör Beni.

Beklentiniz, dinler ve medeniyetler tarihini belgeli gerçeklerle sorgulatan bakış açısını yakalamaksa, siz de çayınızı, kahvenizi yanınıza alıp koltuğunuza gönül rahatlığıyla kurulabilirsiniz.

Mustafa Kemal atatürk’ün peşi sıra hayata geçirdiği inkılapların Cumhuriyet taraftarı ve karşıtları üzerindeki yansıma ve etkilerine şahitlik ediyoruz eser boyunca.

Okudukça insanı araştırmaya yönelten, dip notlar sunan, altını çizmekten kendimi alamadığım çokça satır,belirli bölümler esnasında dinlemeniz önerilen müzik eserleriyle romanlaştırılan Gör Beni, Azra Kohen’in akıcı diliyle birleşince dönemin, anlatılan olayların ve anların atmosferine girmemi sağlayan pek çok etmenden birkaçı.

Keyifli okumalar dilerim.

“Tarihleri unutturularak köksüzleştirilen kültürler değersizlik hissi ile birliklerini kaybediyorlar, insanlıklarını unutuyorlardı.”

O günü bekliyorum umutla

Reklamlar

Kaldırdım az önce başımı yeni doğan günün yüzüne.

Baktım, baktım, baktım.

Gök maviydi hâlâ, bulut nemli.

Ağlama sakın, dedim.

Sakın ağlama !

Ne baharlar geçti, ne baharlar gelecek elbet.

Umuda gülümse, dedim herşeye rağmen.

İndirdim başımı hizasına, çevirdim sağıma soluma.

Baktım, yalnız değilim.

Bir gamze kondu yüzüme.

Açtım avucumu yeniden

Baktım, o tohum tanesi.

İklimsiz, bir başına.

Sıkı sıkıya tutmuşum avuçlarımda.

Umut ekeceksin toprağına, dedim.

Bereket getireceksin diyarına

Bir gamze konduracaksın yüreği titreyen insanımın suratına

Özgürlüğün tatlı esintisini getireceksin vatanına

Ayrışmayan bir BİZ  filizlenecek tohumdan fidana

Kökünde hoşgörü olacak, gövdesinde dimdik adalet,

Yapraklarında huzur olacak.

Açacak çiçeklerinde buram buram sevgi,

İyilik kokacak.

Arşa varacak cumhuriyetin parlak yüzü.

Avucumda bir tohum, o günü bekliyorum umutla.

 

Gökşen Bozkoyunlu

15 Mayıs 2023

 

Emek ve Şiar

Reklamlar

Önce kusurlarımın sonra övünçlerimin yamacında gezindim bir vakit. Oturdum, düşündüm, düşündüm. “Hatalarım nerede ve neden diye ? Neleri yanlış yaptım, neleri göremedim, farkedemedim ?”

Düşündüm , düşündüm. “Neleri iyi yaptım, nasıl iyi yaptım ? Daha farklı yapabilir miydim ? Nelerden pişmanım ? ” diye.

Sonra aklıma düştü şu cümle, dedim ki :

Ben bir İNSANIM.

Tüm rollerimden öte. Bir ben var benimle, bana karşı ve benden öte.

İnsan olmak bu değil mi zaten ?

Gerçekle rüya arasında, hayalle kabus arasında arasında, yanlışlar ve doğrular, umutlar ve çaresizlikler arasında durmadan debelenip duran insan. Ve fakat tercihleriyle yaşayan.

İyiyle kötünün, sabırlıyla telaşlının, vicdanlıyla merhametsizin, hak yiyenle savunanın, gamsızla dertlinin birarada yaşadığı yaklaşık 8 milyar insandan biriyim sadece.

Nedir bu 8 milyar insanı birbirinden farklı kılan? Değerler, inançlar, tutumlar, kültür, yaşadığı topraklar, tarih, iklim koşulları, deneyimler ve öğrenilmişlikler bütünü.

Ve bir şey var ki; insanı insan yapan, insanı diğer canlı varlıklardan ayıran. O da, yaklaşık bir buçuk kilogram ağırlığındaki beyni kullanma kabiliyeti. Kabiliyet diyorum zira,  bu istenirse geliştirilebilen, emek verdikçe gelişen bir özellik her insan için.

İyi olmayı da kötü olmayı da, vicdan sahibi ya da merhametsiz olmayı da, adil ya da adaletsiz olmayı da gamsızlığı ya da dertlenmeyi de tercih eden o, bir buçuk kilogram ağırlığındaki beynimiz ve ona eşlik eden yaklaşık 340 gramlık kalbimiz.

Eğer iyiyi, doğruyu, sabrı, tevazuyu, vicdanı, adaleti, çabayı ve emeği, sevgiyi ve saygıyı şiar edinen bir düşünce yapısıyla beynimizi kullanıyorsak bunun sebebi beynin kalple olan ahengidir.

Kötüyü, hak yemeyi, çalmayı, böbürlenmeyi, kibiri, ötekileştirmeyi, anlayışsızlığı ve güvensizliği, doymak bilmemeyi şiar edinmişsek biliniz ki o beyin kalbe küstür. Kapalıdır kapıları ardına kadar. Ahenk yoktur.

Ben bir İNSANIM. Yüreği atan, nefes alan ve bununla birlikte; düşünen, tartışan, sorgulayan, seven, sayan, sabreden, kızan, eleştiren, ağlan, gülen, merhamet duyan. Çalışan, çabalayan, emek veren bir insanım.

Beni ben yapan bir buçuk kilogramlık beynim ve 340 gramlık kalbimin sadece ve sadece yaşamam için biyolojik bir gereklilik olduğunu bilen ve bununla yetinmeyen bir insanım.

Duygu ve düşüncelerini aklın ve kalbin dengesine getirmeye çabalayan, bu uğurda emek veren bir insanım.

Emekle hem elini, hem beynini hem de kalbini kullanmayı şiar edinen tüm insanlığın günü bahtiyar olsun.

Gökşen Bozkoyunlu

08 Mart 2023

 

 

Umurunu Umutsamak

Reklamlar
Umurunu Umutsamak

Bazen beklemek yorar insanı.

Öyle böyle yorulmak değil hani.

Çünkü o beklemek, o kadar çok şeyin ardından,

Avucunda kalan tek taş olmuştur

Çok şey göze almış, çok gayret göstermiştir aslında

Göstermiştir de,

Kıymet görecek midir bilinmez

Bazen yorar insanı çok beklemek

Hani yıldızlar anlaşır bazen

Buluşur ortada birleşince koskocaman bir ışık huzmesi doğar yüreğine güneş misali

İnsan bazen söylediklerinde gizlidir

İyi ki dersin de sonu üç noktayla nihayetlenmiş bir “İyi ki”

Öyle bir an gelir ki

Beklemek kalmıştır elinde avucunda

Buluşma saatini bekleyen

Körpe aşıklar gibi.

Sonu üç noktaya gebe,

Natamam bir cümlenin

Gizli öznesiydin sen.

En çok,

Yüklemindeki o bilinmez vurguya sığındım ben.

Öyle bir cümleyle gel ki, razıyım

O vakit yüreğim dursun.

Adını; umurunu umutsamak koydum.

Gökşen Bozkoyunlu

Bu teşekkür, vedalaştıklarıma

Bu teşekkür vedalaştıklarıma. Çok hata yaptım geçmişte. Çok düştüm, çok kanattım bedenimi,
ruhumu. Üstüm başım çamur, kalbim yaralar içinde kaldı kahkahalara varana dek.

Reklamlar

Çok hata yaptım geçmişte.

Çok düştüm, çok kanattım bedenimi, ruhumu.

Üstüm başım çamur, kalbim yaralar içinde kaldı kahkahalara varana dek.

Öyle bir gök gürültüsü yaşadım ki beride, şimdilerde yedi cihan birleşse deviremez içimde büyüttüklerimi.

İyi niyetimi suistimal edenlerin hepsini süpürdüm yolumdan.

Öyle büyük hafiflik ve arınma ki anlatamam.

Sahte gülüşlerin olmadığı, samimiyetsiz samimiyetlerin fezaya savrulduğu bir dünya yarattım beride.

Sesim sana ulaşmıyorsa, kalbim sana değmiyorsa bil ki senden sebeptir,

Çoktan vedalaşmışız demektir.

Teşekkür ederim benden eksilterek bana kattıkların için.

Güzellikler büyütmenin enerjisini sevdim daima

Ruhuma iyi gelene iyi geldim.

Yer açtım güzelliklere, yine yeniden insana.

Çokça kaybettim sevdiklerimi, ellerimle toprağa koydum bedenlerini.

Özlemlerini büyüttüm,

Büyüttükçe bazen göz yaşı, bazen dalgın bir çift göz, bazen sessiz bir çığlık oldu içimde.

Geçen her sene , içimdeki çocuğu büyütüyorum.

Hiç büyümeyen o çocuk tuttu elimden benim, aldık rüzgârı ardımıza dört nala koşuyoruz.

velhasıl,

Teşekkürü borç bilirim bütün iz bırakanlara.

İyi ki vardınız, iyi ki varsınız.

Sevgiyle kalın, farkında kalın.

Gökşen Bozkoyunlu

Sevmeleri Sevmek

Ekmeğin ucunu severim çıtır çıtır.
Tepsideki böreğin köşelerini yanık yanık…

Reklamlar

Ekmeğin ucunu severim çıtır çıtır.

Tepsideki böreğin köşelerini yanık yanık.

İlla annemin kıymalı makarnası olacak.

Bolonez molonez anlamam ben

Samimi olmayan, sevginin katık edilmemiş halidir o çünkü.

Yoğurdun elde yapılanı makbuldür bana

Gün gibi apakçe parlasın isterim beyazlığı kapağını açtığımda.

Çayın açık olanı geçsin isterim boğazımdan

Demi sohbetindedir çünkü onun.

Çiçeklerin daima şarkı söylediğine inanırım

Doğanın dilsiz melodisini fısıldar her daim kulağıma.

Dalga köpüğünü severim ayaklarıma çarpıp çarpıp kaçan,kumları çekip çekip içine alan

Dikkat çekmeye çalışan afacan bir çocuk gibidir çünkü o dalgalar.

Sonra,

Ağacın yıllanmışını severim.

Vakur duruşunda sakladığı özgüvene yaslarım sırtımı.

İskelenin ucunu severim,

Zihnimin ufkuna yakındır orası.

Ve banklar.

Bankları severim ansızın biri gelir,oturuverir hikâyesiyle yamacına.

Sonu mutlu biten hikâyeleri severim daima

Çünkü bilirim ki sayfalarca aşılmış zorlukların ödülüdür o mutlu son.

Çünkü bilirim ki o hikâyeyi düşleyip kaleme alan o yazar,kimbilir kaç yorgun satırın ardından varabilmiştir o sona.

Şiiri severim delicesine.

Hangi duygular hangi sözcükleri giymiş o mısralarda anlamak isterim

Bilirim ki gayret ister şiir.

Sonra,

Gönlüyle gülümseyen insanları severim

Hayır’ı da Evet’i kadar net olan insanları severim.

Marazlarını kucaklayan insanları kalbimle öpmek isterim.

Velhasıl,

Sevmeleri severim hem de çok.

Gökşen Bozkoyunlu

Yaşam Dediğin

Nedir yaşam?
Yaşam dediğin, sabahın kör saatinde ince belli bardaktan içilen çaydır.

Reklamlar

Yaşam dediğin,

Sıcacık güneşin iliklerine kadar ısıtması, beton zeminin incecik aralığından yol bulup güne açan tek ve hür bir papatyadır aslında.

Sabahın kör saatinde ince belli bardaktan içilen çay,

Portakalı, kabuğunun içindeki beyazı kemirebilmek için yemektir yaşam.

Sonra,

Ağlamaktan gözlerin şişmiş haldeyken başını güvenebileceğin bir omuza dayayabilmek,

Adını andığında burnunun direğini sızlatan insanların, yüreğindeki varlığıdır yaşam.

Bir top dondurmanın keyfi içinde kaybolabilmek,

Kilometrelerce yürüyebilmektir yaşam.

Yaşam, yüzünü gökyüzüne çevirip gözlerini kapayıp püfür püfür hayal etmektidir.

Kışın ayazında ocakta kaynayabilmiş bir tencere çorbanın şükrüdür yaşam.

Koca bir kütüphanenin rafları arasında kaybolabilmek,

Minik bir çocuğun içten gülümsemesiyle sıkı sıkıya sarmalamasıdır.

Pastadaki mumlar üflenirken dilenen milyonlarca umut dolu temennidir yaşam.

Bir banka otururken yamacına gelen minik bir tekir kedi,

Parkın ucunda her sabah kuşlara yem veren yaş almış o teyze,

Nefesi ciğerlerine derinden çekip, yavaş yavaş verebilmenin huzurudur yaşam.

Salkım salkım yaşayabilmektir.

Ve yaşam,

Her sabah tanıdığın tanımadığın yeryüzündeki tüm canlılara içten bir günaydın diyebilmektir.

Günaydın Yeryüzü !

Yeni umutlar, günaydın !

Günaydın .

Sevgiyle kalın, farkında kalın.

Gökşen Bozkoyunlu

İLLET

Bir illet sarıverdi önce tüm dünyayı, doğa yanmazdan önce.

Reklamlar

Bir illet sarıverdi önce tüm dünyayı.

Bulaştığı yegâne varlık; insandı.

Evde kalmak gerekti.

Eksildik çokça bu süreçte. Sarılamadık, kucaklayamadık, kavuşamadık özlediklerimize.

Son vazifemizi dahi yapamadık kayıplarımıza. Nasıl kavrulduk ? Nasıl da yandık hepimiz?

Çok şey farkettik bu dönemde;

Kimimiz kendisiyle tanıştı ilk defa. Kimimiz dört duvar arasında yıllarını paylaştığı insanları yeniden tanıdı.

Ne garip bir gerçek değil mi?

Hüznü de evde kalarak yaşadık, şaşkınlığı da, buruk sevinçleri de.

Ağlamanın nasıl bir meditasyon olduğunu farkettik mesela. Kendimize döndük.

Meziyetlerimizi keşfettik ilk defa.

Kimimiz içinde yaşayan ressamı gün yüzüne çıkardı, kimimiz aşçıyı.

Kimimiz kitaplarla dost olmaya başladı, kimimiz ne kadar yaratıcı olabildiğinin farkında vardı ama yazarak, ama çalarak, ama söyleyerek. Sürekli üreterek.

Bir virüsün sebep olduğu kapanma, içimize yaptığımız en büyük açılım oldu aslında.

Bunu anladık

Önce insanın kendine dönmesinin, kendini tanımasının, kendine değer verdikçe benliğini sevmesinin ve saymasının ne kadar önemli olduğunu anladık.

Sonra bu farkındalıkla yüreklendik ve o hep ertelediğimiz ya ilk ya da son konuşmayı yaptık karşımızdakiyle.

Gözlerinin içine baktığımız yârimize, belki evladımıza, belki annemize, babamıza, kardeşimize, belki dostumuza, belki de minik patili yoldaşımıza.

Gördük ki içimizi yakan konularla yüzleşince, anlatınca, tartışınca, velhasıl iletişim kurunca nasılda serinledi yüreklerimiz. Nasıl da aydınlığa çıktı zihinlerimiz.

Kendimizi dönüştüren yepyeni bir yapılacaklar listesi tutturduk zihnimizin duvarına.

Sonra o düşü yaşattık kalbimizde. Büyüttük, büyüdükçe cesaretlendik kendimizden .

Nasıl güzel bir aymışlık hali yaşadık hep birlikte?

Ve an geldi, döndük. Ya penceremizden ya da bahçemizden bize izin verildiği kadar başladık doğayı önce dinlemeye sonra seyretmeye. Seyrettikçe görmek ve bakmak arasındaki o büyük farkı keşfettik.

Başladık ruhumuzu açmaya.

Farkettik ki biz yokken doğa, dünyayı yeniden ele geçirmiş.

Bu belki de en büyük, en renkli, en cıvıl cıvıl istilasıydı doğanın.

Ne güzel ötüyordu değil mi kuşlar? Ne büyük coşkuyla fışkırıyordu çiçekler dallarında. Nehirler dans ediyordu.

Bu güzellikleri kısmen seyredebildiğimiz penceremizden döndük karşımızda duran aynadaki aksimize sorduk açık yüreklilikle.

Biz bugüne dek nasıl bir misafir olmuştuk doğaya ? Bunun yüzleşmesini yaptık kendimizle.

Yer yer kızdık, yer yer utandık, yer yer övündük yaptıklarımızla. Hepimizdeki karşılığı başkaydı.

Ve fakat bir gerçek vardı. Bu memleket, bu topraklar, bu ormanlar, denizler, çiçekler, türlü türlü hayvanlar, şarkı söyleyen kuşlar, ritim tutan dalgalar, pırıl pırıl güneş nasıl da güzellenmişti biz yokken. 

Kendimize dürüst olduk. Ve bu dürüstlük acı bir gülümseme yerleştirdi yüzümüze.

Bize aş veren, nefes veren, yaşama coşkusu veren doğamıza “Biz ne ettik böyle?” dedik.

Sonra o acı gülümseme , bir damla yaşa dönüştü kimimizde, kimimizde sel olup aktı .

Doğanın güzelliği, bize sunduğu çıkarsız bu sevgiyi, nasıl da hoyratça tüketebildik dedik kendimize. Nasıl?

Oysa o , ondan aldığımızı yine sevgi ile geri vermişti bize çoğaltarak.

Bunu anladığımızda ; aynaya dönüp bu defa şunu sorduk

Biz nasıl bir insanız ?

Bunu düşündük.

Bu yüzleşme çok şey öğretti bize. İşte o insanlığı kasıp kavuran illet var ya , kimimizi ne yazık ki  eksiltirken, geride kalanlarımız bütün bu farkındalıkla yüreğini çoğalttı, kendini büyüttü .Doğanın biz yokken kendini çoğaltması gibi.

Misafiriydik doğanın.

Bir parçasıydık oysa doğanın, bunu unutmuştuk

Kendimizi anlamaya başladıkça, doğayı da anlar olduk.

Ne güzel bir öğreti ne acı bir tercübeden geldi öyle değil mi?

Koruduk kendimizi. Sağlığımıza da önem verdik bu süreçte . Dikkat ettik çünkü artık farkındaydık dönüşemeyen gelişemiyordu .

Neleeeer neleeeer öğrenmedik ki?

Birlik olmayı öğrendik birbirimizden uzakta.

Egomuzu kırdık.

Ön yargılarımızı alıp çöpe attık. Doğayı sivriltip yücelten bu illet, kişiliğimize zarar veren tüm fazlalıkları da törpülemişti aslında .

İnsanın insana, insanın doğaya ettiği tüm kötülükleri farkettik.

Sonra dediler ki; iyileşiyoruz.

Evde kalmaya gerek yok artık.

Kendimizi doğanın kollarına atmak istedik hiç vakit kaybetmeden.

Öylesine mutlu, öylesine umutlu.

Kimimiz valizler hazırladık gideceğimiz tatil için, kimimiz piknik sepeti. Doldurduk içlerini allah ne verdiyse.

Aman ha dedik kendi kendimize, yine de tedbiri elden bırakmayalım, dikkatli olalım. Kendimizi düşündük .

Ve o hevesle tam kapıyı çekip doğaya koşarken, birşey unuttuk içeride. Tam da kapının eşiğinde.

Unuttuğumuzun farkına varamadık bile.

Kayıp bir hafıza koymuştuk aslında biz o valize, o sepete.

Erdemi, vicdanı, emeği , saygıyı ve sevgiyi  bırakıvermiştik o kapının eşiğinde.

Evde kalırken farkına varıp öğrendiğimiz ne varsa bize ait, insan olmaya dair hepsini yapayalnız bırakıvermiştik o kapının eşiğinde.

Öylesine mutluluk sarhoşuyduk ki  gözümüz dönmüştü bir kere.

Sonra?

Bu defa kendi filmimizi ne yazık ki başa sardık. Yeni anılar yaratmaya eski benliğimizle gittik .

Açıldık yaşama belki ama yeni öğretilerimizi o kapının ardına kilitleyip gittik.

Ardımıza bakmayı unutunca, başladık yeniden eksilmeye, eksiltmeye.

Şimdilerde cayır cayır yanarken doğa ve çaresizce izlerken bizler ekranlardan, kimilerimiz birşey hatırladık.

Hafızası geri gelenler, dönüp o kapı eşiğine bıraktığımız öğretileri aklına kalbine yeniden koyup geri döndü doğaya.

Doğa yandıkça yüreklerimiz yandı.

Ateşe siper olduk, ama yardım ederek, ama söndürerek, ama destek vererek, ama maddi ama manevi ne geliyorsa elimizden doğadan aldığımızı doğaya geri vermek üzere bu defa biz ona nefes olmak için bir olduk, güç olduk. Kocaman olduk üfkedik nefesimiz yettiğince, su döktük taşıyabildiğimizce.

İnsandık en nihayetinde yetmedik, yetemedik hepsini dindirmeye.

Teknik donanımlar her yere her ölçekte yetemedi. Çırpındık, sesimizi yükselttik, çığlık olduk her birimiz söndürebilmek için canhıraş gayretle.

Kurtaramadıklarımıza ağladık, darda kalanlara destek olmaya başladık. Oysa biz öyle güzel büyüttüğümüzü sanmıştık ki insanlığı içimizde, bu doğa cayır cayır yanmazdan önce.

Oysa biz bu doğa yanmazdan önce, ne güzel insanlar olmuştuk . Doğa yanmazdan önce.

İncinmek

İncinmişliklerinden incelik doğuranlardan mı, nefret doğuranlardan mısınız?

Reklamlar

Sevgi ve saygıyı korumanın kilit anahtarlarından biridir ince düşünebilmek.

İncinmek, incelik yokdunluğunun yarattığı hassas bir duygudur. İnsanlar kendilerince yaşarken bile, farkında olmadan başkalarını incitebilirler.

En çok kimler incitir bizi hiç düşündünüz mü?

Değer verdiklerimiz.

İnce bir sızı ile çatlar kalbimizin hassas noktası incindiğinde. İğne başı kadar küçüktür başlangıçta o incinen yer. Küçüklüğünün yarattığı sızı içten içe yürütür o çatlağı.

Küsmeyiz, acı duymayız.

Sızlar içten içe.

Yanık yanık.

Sonra incindikçe yürümeye başlar o çatlak kalbimizin çeperinde.

Gün gelir o sızı, acıya evrilir.

İşte o acıdır ki sevginin yitip gitmesine sebep olan.

O acıdır saygının kıvranarak yok olmasının müsebbibi.

Zarar gördüğümüzde uzaklaşırız sevgiden.

Diğer taraftan acıları bilmek, tecrübe etmiş olmak, başkalarına karşı nazik olmamızı sağlar.

Empati girer devreye.

Biliriz çünkü incindiğimizde ne hissettiğimizi.

Yavaş yavaştır incinmiş bir kalbin yıkımı.

Çok iyi biliriz.

İnsanlar yaklaşımlarında tam da burada ikiye ayrılır;

İncinmişliklerinden incelik yaratanlar,

İncinmişliklerinden nefret doğuranlar.

Siz hangi taraftasınız hiç düşündünüz mü?

İnceliklerin kol gezdiği bir gün olsun.

Sevgiyle kalın, farkında kalın.

Gökşen Bozkoyunlu

YA VARSA?

Ya başındaysak yolun, sonuna vardığımızı düşünüyorken…

Reklamlar

Ya başındaysak yolun,

Sonuna vardığımızı düşünüyorken

Ya tam da kirazlar açmaya yüz tutmuşken vazgeçtiysek

Ya tam gülümseyecekken yâr,

Olmayacak deyip ardımıza bakmadan yürüyüp gittiysek

Ya tam seslenecekken gönül bize,

Kapadıysak kulaklarımızı

Ya bir başlangıcın arefesindeysek her şey bitti derken

Ya o engelin ardında gül bahçeleri varsa

Ya varsa?

Vazgeçme

Söyle yüreğine az sabretsin

De ki;

Dayan

O kapının ardı bahar,

O kapının ardı umut,

O kapı sevdalara açılacak

O kapı aydınlık yarının kapısı

Tut kolundan açıver

Korkma!

Gökşen Bozkoyunlu / 25.07.2022

Exit mobile version
%%footer%%