Bir illet sarıverdi önce tüm dünyayı.
Bulaştığı yegâne varlık; insandı.
Evde kalmak gerekti.
Eksildik çokça bu süreçte. Sarılamadık, kucaklayamadık, kavuşamadık özlediklerimize.
Son vazifemizi dahi yapamadık kayıplarımıza. Nasıl kavrulduk ? Nasıl da yandık hepimiz?
Çok şey farkettik bu dönemde;
Kimimiz kendisiyle tanıştı ilk defa. Kimimiz dört duvar arasında yıllarını paylaştığı insanları yeniden tanıdı.
Ne garip bir gerçek değil mi?
Hüznü de evde kalarak yaşadık, şaşkınlığı da, buruk sevinçleri de.
Ağlamanın nasıl bir meditasyon olduğunu farkettik mesela. Kendimize döndük.
Meziyetlerimizi keşfettik ilk defa.
Kimimiz içinde yaşayan ressamı gün yüzüne çıkardı, kimimiz aşçıyı.
Kimimiz kitaplarla dost olmaya başladı, kimimiz ne kadar yaratıcı olabildiğinin farkında vardı ama yazarak, ama çalarak, ama söyleyerek. Sürekli üreterek.
Bir virüsün sebep olduğu kapanma, içimize yaptığımız en büyük açılım oldu aslında.
Bunu anladık
Önce insanın kendine dönmesinin, kendini tanımasının, kendine değer verdikçe benliğini sevmesinin ve saymasının ne kadar önemli olduğunu anladık.
Sonra bu farkındalıkla yüreklendik ve o hep ertelediğimiz ya ilk ya da son konuşmayı yaptık karşımızdakiyle.
Gözlerinin içine baktığımız yârimize, belki evladımıza, belki annemize, babamıza, kardeşimize, belki dostumuza, belki de minik patili yoldaşımıza.
Gördük ki içimizi yakan konularla yüzleşince, anlatınca, tartışınca, velhasıl iletişim kurunca nasılda serinledi yüreklerimiz. Nasıl da aydınlığa çıktı zihinlerimiz.
Kendimizi dönüştüren yepyeni bir yapılacaklar listesi tutturduk zihnimizin duvarına.
Sonra o düşü yaşattık kalbimizde. Büyüttük, büyüdükçe cesaretlendik kendimizden .
Nasıl güzel bir aymışlık hali yaşadık hep birlikte?
Ve an geldi, döndük. Ya penceremizden ya da bahçemizden bize izin verildiği kadar başladık doğayı önce dinlemeye sonra seyretmeye. Seyrettikçe görmek ve bakmak arasındaki o büyük farkı keşfettik.
Başladık ruhumuzu açmaya.
Farkettik ki biz yokken doğa, dünyayı yeniden ele geçirmiş.
Bu belki de en büyük, en renkli, en cıvıl cıvıl istilasıydı doğanın.
Ne güzel ötüyordu değil mi kuşlar? Ne büyük coşkuyla fışkırıyordu çiçekler dallarında. Nehirler dans ediyordu.
Bu güzellikleri kısmen seyredebildiğimiz penceremizden döndük karşımızda duran aynadaki aksimize sorduk açık yüreklilikle.
Biz bugüne dek nasıl bir misafir olmuştuk doğaya ? Bunun yüzleşmesini yaptık kendimizle.
Yer yer kızdık, yer yer utandık, yer yer övündük yaptıklarımızla. Hepimizdeki karşılığı başkaydı.
Ve fakat bir gerçek vardı. Bu memleket, bu topraklar, bu ormanlar, denizler, çiçekler, türlü türlü hayvanlar, şarkı söyleyen kuşlar, ritim tutan dalgalar, pırıl pırıl güneş nasıl da güzellenmişti biz yokken.
Kendimize dürüst olduk. Ve bu dürüstlük acı bir gülümseme yerleştirdi yüzümüze.
Bize aş veren, nefes veren, yaşama coşkusu veren doğamıza “Biz ne ettik böyle?” dedik.
Sonra o acı gülümseme , bir damla yaşa dönüştü kimimizde, kimimizde sel olup aktı .
Doğanın güzelliği, bize sunduğu çıkarsız bu sevgiyi, nasıl da hoyratça tüketebildik dedik kendimize. Nasıl?
Oysa o , ondan aldığımızı yine sevgi ile geri vermişti bize çoğaltarak.
Bunu anladığımızda ; aynaya dönüp bu defa şunu sorduk
Biz nasıl bir insanız ?
Bunu düşündük.
Bu yüzleşme çok şey öğretti bize. İşte o insanlığı kasıp kavuran illet var ya , kimimizi ne yazık ki eksiltirken, geride kalanlarımız bütün bu farkındalıkla yüreğini çoğalttı, kendini büyüttü .Doğanın biz yokken kendini çoğaltması gibi.
Misafiriydik doğanın.
Bir parçasıydık oysa doğanın, bunu unutmuştuk
Kendimizi anlamaya başladıkça, doğayı da anlar olduk.
Ne güzel bir öğreti ne acı bir tercübeden geldi öyle değil mi?
Koruduk kendimizi. Sağlığımıza da önem verdik bu süreçte . Dikkat ettik çünkü artık farkındaydık dönüşemeyen gelişemiyordu .
Neleeeer neleeeer öğrenmedik ki?
Birlik olmayı öğrendik birbirimizden uzakta.
Egomuzu kırdık.
Ön yargılarımızı alıp çöpe attık. Doğayı sivriltip yücelten bu illet, kişiliğimize zarar veren tüm fazlalıkları da törpülemişti aslında .
İnsanın insana, insanın doğaya ettiği tüm kötülükleri farkettik.
Sonra dediler ki; iyileşiyoruz.
Evde kalmaya gerek yok artık.
Kendimizi doğanın kollarına atmak istedik hiç vakit kaybetmeden.
Öylesine mutlu, öylesine umutlu.
Kimimiz valizler hazırladık gideceğimiz tatil için, kimimiz piknik sepeti. Doldurduk içlerini allah ne verdiyse.
Aman ha dedik kendi kendimize, yine de tedbiri elden bırakmayalım, dikkatli olalım. Kendimizi düşündük .
Ve o hevesle tam kapıyı çekip doğaya koşarken, birşey unuttuk içeride. Tam da kapının eşiğinde.
Unuttuğumuzun farkına varamadık bile.
Kayıp bir hafıza koymuştuk aslında biz o valize, o sepete.
Erdemi, vicdanı, emeği , saygıyı ve sevgiyi bırakıvermiştik o kapının eşiğinde.
Evde kalırken farkına varıp öğrendiğimiz ne varsa bize ait, insan olmaya dair hepsini yapayalnız bırakıvermiştik o kapının eşiğinde.
Öylesine mutluluk sarhoşuyduk ki gözümüz dönmüştü bir kere.
Sonra?
Bu defa kendi filmimizi ne yazık ki başa sardık. Yeni anılar yaratmaya eski benliğimizle gittik .
Açıldık yaşama belki ama yeni öğretilerimizi o kapının ardına kilitleyip gittik.
Ardımıza bakmayı unutunca, başladık yeniden eksilmeye, eksiltmeye.
Şimdilerde cayır cayır yanarken doğa ve çaresizce izlerken bizler ekranlardan, kimilerimiz birşey hatırladık.
Hafızası geri gelenler, dönüp o kapı eşiğine bıraktığımız öğretileri aklına kalbine yeniden koyup geri döndü doğaya.
Doğa yandıkça yüreklerimiz yandı.
Ateşe siper olduk, ama yardım ederek, ama söndürerek, ama destek vererek, ama maddi ama manevi ne geliyorsa elimizden doğadan aldığımızı doğaya geri vermek üzere bu defa biz ona nefes olmak için bir olduk, güç olduk. Kocaman olduk üfkedik nefesimiz yettiğince, su döktük taşıyabildiğimizce.
İnsandık en nihayetinde yetmedik, yetemedik hepsini dindirmeye.
Teknik donanımlar her yere her ölçekte yetemedi. Çırpındık, sesimizi yükselttik, çığlık olduk her birimiz söndürebilmek için canhıraş gayretle.
Kurtaramadıklarımıza ağladık, darda kalanlara destek olmaya başladık. Oysa biz öyle güzel büyüttüğümüzü sanmıştık ki insanlığı içimizde, bu doğa cayır cayır yanmazdan önce.
Oysa biz bu doğa yanmazdan önce, ne güzel insanlar olmuştuk . Doğa yanmazdan önce.
Bunu beğen:
Beğen Yükleniyor...