Bu teşekkür, vedalaştıklarıma

Çok hata yaptım geçmişte.

Çok düştüm, çok kanattım bedenimi, ruhumu.

Üstüm başım çamur, kalbim yaralar içinde kaldı kahkahalara varana dek.

Öyle bir gök gürültüsü yaşadım ki beride, şimdilerde yedi cihan birleşse deviremez içimde büyüttüklerimi.

İyi niyetimi suistimal edenlerin hepsini süpürdüm yolumdan.

Öyle büyük hafiflik ve arınma ki anlatamam.

Sahte gülüşlerin olmadığı, samimiyetsiz samimiyetlerin fezaya savrulduğu bir dünya yarattım beride.

Sesim sana ulaşmıyorsa, kalbim sana değmiyorsa bil ki senden sebeptir,

Çoktan vedalaşmışız demektir.

Teşekkür ederim benden eksilterek bana kattıkların için.

Güzellikler büyütmenin enerjisini sevdim daima

Ruhuma iyi gelene iyi geldim.

Yer açtım güzelliklere, yine yeniden insana.

Çokça kaybettim sevdiklerimi, ellerimle toprağa koydum bedenlerini.

Özlemlerini büyüttüm,

Büyüttükçe bazen göz yaşı, bazen dalgın bir çift göz, bazen sessiz bir çığlık oldu içimde.

Geçen her sene , içimdeki çocuğu büyütüyorum.

Hiç büyümeyen o çocuk tuttu elimden benim, aldık rüzgârı ardımıza dört nala koşuyoruz.

velhasıl,

Teşekkürü borç bilirim bütün iz bırakanlara.

İyi ki vardınız, iyi ki varsınız.

Sevgiyle kalın, farkında kalın.

Gökşen Bozkoyunlu

Sevmeleri Sevmek

Ekmeğin ucunu severim çıtır çıtır.

Tepsideki böreğin köşelerini yanık yanık.

İlla annemin kıymalı makarnası olacak.

Bolonez molonez anlamam ben

Samimi olmayan, sevginin katık edilmemiş halidir o çünkü.

Yoğurdun elde yapılanı makbuldür bana

Gün gibi apakçe parlasın isterim beyazlığı kapağını açtığımda.

Çayın açık olanı geçsin isterim boğazımdan

Demi sohbetindedir çünkü onun.

Çiçeklerin daima şarkı söylediğine inanırım

Doğanın dilsiz melodisini fısıldar her daim kulağıma.

Dalga köpüğünü severim ayaklarıma çarpıp çarpıp kaçan,kumları çekip çekip içine alan

Dikkat çekmeye çalışan afacan bir çocuk gibidir çünkü o dalgalar.

Sonra,

Ağacın yıllanmışını severim.

Vakur duruşunda sakladığı özgüvene yaslarım sırtımı.

İskelenin ucunu severim,

Zihnimin ufkuna yakındır orası.

Ve banklar.

Bankları severim ansızın biri gelir,oturuverir hikâyesiyle yamacına.

Sonu mutlu biten hikâyeleri severim daima

Çünkü bilirim ki sayfalarca aşılmış zorlukların ödülüdür o mutlu son.

Çünkü bilirim ki o hikâyeyi düşleyip kaleme alan o yazar,kimbilir kaç yorgun satırın ardından varabilmiştir o sona.

Şiiri severim delicesine.

Hangi duygular hangi sözcükleri giymiş o mısralarda anlamak isterim

Bilirim ki gayret ister şiir.

Sonra,

Gönlüyle gülümseyen insanları severim

Hayır’ı da Evet’i kadar net olan insanları severim.

Marazlarını kucaklayan insanları kalbimle öpmek isterim.

Velhasıl,

Sevmeleri severim hem de çok.

Gökşen Bozkoyunlu

İncinmek

Sevgi ve saygıyı korumanın kilit anahtarlarından biridir ince düşünebilmek.

İncinmek, incelik yokdunluğunun yarattığı hassas bir duygudur. İnsanlar kendilerince yaşarken bile, farkında olmadan başkalarını incitebilirler.

En çok kimler incitir bizi hiç düşündünüz mü?

Değer verdiklerimiz.

İnce bir sızı ile çatlar kalbimizin hassas noktası incindiğinde. İğne başı kadar küçüktür başlangıçta o incinen yer. Küçüklüğünün yarattığı sızı içten içe yürütür o çatlağı.

Küsmeyiz, acı duymayız.

Sızlar içten içe.

Yanık yanık.

Sonra incindikçe yürümeye başlar o çatlak kalbimizin çeperinde.

Gün gelir o sızı, acıya evrilir.

İşte o acıdır ki sevginin yitip gitmesine sebep olan.

O acıdır saygının kıvranarak yok olmasının müsebbibi.

Zarar gördüğümüzde uzaklaşırız sevgiden.

Diğer taraftan acıları bilmek, tecrübe etmiş olmak, başkalarına karşı nazik olmamızı sağlar.

Empati girer devreye.

Biliriz çünkü incindiğimizde ne hissettiğimizi.

Yavaş yavaştır incinmiş bir kalbin yıkımı.

Çok iyi biliriz.

İnsanlar yaklaşımlarında tam da burada ikiye ayrılır;

İncinmişliklerinden incelik yaratanlar,

İncinmişliklerinden nefret doğuranlar.

Siz hangi taraftasınız hiç düşündünüz mü?

İnceliklerin kol gezdiği bir gün olsun.

Sevgiyle kalın, farkında kalın.

Gökşen Bozkoyunlu

Kaybolmak

Siz de bazen kaybolduğunuzu hisseder misiniz kendi zaman tünelinizde ? 

Gardımın düştüğü kimi zamanlarda hissettiğim tam olarak budur. 

Kayboldum duygusu. 

Peşi sıra gelen, “E peki şimdi ne yapacağım?” sorusu. 

Yalnız hissedersiniz kendinizi baştan ayağa.

O andan itibaren adım aldığınız her sokak, baktığınız her göz, duyduğunuz her ses yabancı.

Her şey ve herkes,  el olur size.  

Dururum ben böyle anlarda. 

Bir süre sadece dururum. 

Sırtımı yaslayabileceğim güvenli bir yer ararım. 

Ama bir deniz kenarı, ama bir orman yolu, ama bir ağacın gövdesi, ama bir bankın kucağı. 

Oturup yaslarım sırtımı beriye. 

Dikerim gözümü alabildiğine en uzağa . 

Ben diyeyim ufuk, siz deyin feza. 

Bakarım görebilmek için,

Bakarım duymak için,

Bakarım dinlemek için

Bakarım anlamak için.

Çünkü bilirim ki o baktığım ufukta kavuşacağım bir ben olur daima. 

Ona vardığım anda başlar yeni hikâyemin girizgâhı. 

Hiçlik Yolunda

Bir ırak iklimin peşine düştük tüm benliğimizle

Yamacımızda çırpınan rüzgârın azametini hissedemeden

Hüznümüzün ayak ucunda açan papatyaları eze eze

O kadar kaygılıydık ki

Güneşin güne vedasına koştuk durmadan

Oysa guruba meyletmeyi düşünemedik hiç

Yokuşları gördü gözlerimiz sadece yürüdüğümüz yollarda

Oysa engin bir okyanus vardı sol yanımızda

Mecalimiz yoktu dönüp te bakmaya

Öylesine mavi , öylesine uçsuz bucaksızbir özgürlük

Ah keşke

Ayağımıza takılan taşları dert etmekle meşguldük dümdüz ovada

Ulaşmayı düşlediğimiz ne varsa eze eze geçtik üzerlerinden

Bilmeden, görmeden, hoyratça

Sonra,

Bir türlü varamadığımız o uzak iklim yolunda

Umutlarımıza veda ettik

Ömrümüzü yitirdik

Kursağımızda kalmış bir hevese boyun eğiverdik en sonunda

Ne ben olabildik ne de bir biz

Bilmedik, bilemedik

Hiçliğin bir çokluk iklimi vardı kalbimizde

O da son nefesle ayaza kesti bedenlerimizi.

Gökşen Bozkoyunlu

18.06.2021

Kardelen

İçindeki derin boşluğu tamamlamak ister gibiydi vedalaşırken. Ardında bıraktığı yaşamın can kırıkları kanatırken benliğini, yeni bir sayfa daha çevirebilecek miydi hayatında ? Ya da bunu nasıl yapacaktı ? Kayıpların derin boşluğunu nasıl dolduracaktı ? Gerçekte buna gücü var mıydı ? Yapayalnızdı. Sadece kaybettikleri miydi onu bir başına kılan? Peki ya vazgeçtikleri ? Son kez baktı ardına. Elinde bir avuç valizi, gözünde ürkek bir buğu, son damlasını eşiğine akıttığı gözyaşını geride bırakarak, indi merdivenlerden yavaş yavaş. Onun için dünya, eskimiş tuğlalarıyla kirlenmiş duvarlar arasındaki viran bir odadan ibaretti. Tıpkı kalbi gibi, tıpkı kırık dökük katran karası o koltuk gibi.

Yeniden başlamak için veda etmek gerekti. Ve yeniden doğmak için geçmişi silmek. Elinde olsa hafızasını silmek ister miydi ? Ah keşke ! Ümitleri ellerinin arasından alınmadan, kalbi yerden yere çalınmadan, huzuruna kelepçe vurulmadan uyanacağı, aydınlık sabahları hayal ediyordu. Aldığı her nefesin yeni bir başlangıç için kendine sunulmuş bir fırsat olduğunu biliyordu. Tüm bu düşüncelerle doluyken, mayasına umut ektiği yepyeni bir yarına doğru yol almaya başlamıştı bindiği tren.

Artık tek bir dostu vardı hayatında. Ona sesini duyurabilecek, asla ihanet etmeyecek ve bundan sonraki yaşamının ilk gününden itibaren sırdaş olacak, yoldaş olacak tek bir dost. Diri diri gömüldüğü kör, sağır çukurdan çekip çıkardığı ve yüreğine yeniden kondurduğu bir dost. İç sesi. Şimdi onu bindiği bu trenle tutsak geçmişinden kurtarıp,özgür yarınlarına taşıyordu.

Bir an elindeki bileti sıkıca kavrayıp sinesine bastırdı. Vagon penceresinden dışarıya yönelttiği bakışlarında ve zihninde beliren her duygu ve düşünce tamlamasında “Yeni” kelimesi, bir süre rol çalacaktı. Yeni bir sabah, yeni bir gün, yeni bir hayat. Hatta iç sesi daha da pekiştirecekti bunu. “Yepyeni” bir hayat diyecekti adına. gamzesine sızılı bir gülümseme kondurduğu o esnada, özgür bıraktığı iç sesi haykırıverdi bir avazla;

– Kocaman istiyorum, koskocaman ! Yepyeni bir kahkaha sığdır o gamzene. Sen bunu hakediyorsan , diyordu.

Sonra bir an kekremsi gülüşüne en son zaman çocuk olmaktan vazgeçtiğini düşündüğü bir yağmur bulutu çöküverdi. Tren tünele girerken zamansız,amansız ihtimalleri özlediği çocuk anılarına gitti sisler ardında. kapadı gözlerini ve yaklaştıkça çocukluğuna, büyüdüğünü hissetti yeniden. Ayaza sarmış o kış sabahında,karda açmış o kardelen geldi gözünün önüne. Ve kulağında o eşsiz Sezen Aksu melodisi çınlarken, şarkının sözleri dökülüverdi dudaklarından ;

…Aç kardelen aç,

Dağın olayım,suyun olayım,göğün olayım aç.

Aç kardelen aç,

Her çiçeğin kar altından güneşe giden masalında

Yaşamak yeniden tazelenir yeniden anlamlanır

ışığa uzanırken kardelen kış rüyasından

Ümidin mucizesiyle sevince uyanır..

Onu mazisinden geleceğine taşıyan bu kara tren, saatler boyunca lokomotiflerinden kıvılcımlar saçarak geceyi aydınlatmıştı. Dönüşü olmayan bu tek yön yolculukta şimdi, yepyeni bir ezgi dilleniyordu tren düdüğünde. istasyona yaklaştıkça yavaşlıyordu tren. Vakit gelmişti. Tren birazdan duracak, kompartımanlar boşalacak, bütün yolcular sokaklara dağılıp hayata karışacaklardı. O da ikinci yaşamına ilk adımını bu istasyonda atmış olacaktı. Başını uzatıp pencereden baktı. Ürkek bir kuş misali etrafı görmeye, anlamaya çalışıyordu. Paramparçayken tutunmaya çalışmak hayata nasılmış, onu tecrübe etmeye başlamıştı önce gözleri sonra avuçlarından akan teri ve nihayetinde hızlanan kalp ritmi ile. İlk adım, tırmanmaya başlayacağı dimdik bir yokuşun başı gibiydi onun için.

Bindiği taksi ile olması gereken yere ulaştığında, iyot kokulu bir umudun kıyısına vardığını anladı. Martıların şenliği altında, iç sesi dile geliverdi yeniden;

– Hoşgeldin yeni yaşamına, hoşgeldin !

Gamzesine ilişen umut dolu gülümsemeyle derin bir nefes çekti içine. giderek huzur doluyordu ciğerleri. Yanı başındaki banka oturdu. Valizini yamacına bırakıp ardına yaslandı,kapadı gözlerini beklerken. Saçları değildi sadece rüzgarda dağılan, şimdi sanki geçmişi de tel tel uzaklaşıyordu zihninden, bedeninden. Huzurdu esen.

Ayağına değen bir şeyle irkiliverdi aniden. Minik bir yavru kediydi bu deniz mavisi gözleriyle ona değen. Kucağına aldı hemen. Ve dudaklarından dökülüverdi cümleler;

– Merhaba Umut ! Ben, Kardelen . Beraber başlayalım mı yepyeni bir hayata, ne dersin ?

Merhaba !

Tam olarak 6 aylığım bu fotoğrafta, dev çınarımın kucağında. Yıllar geçti, büyüdüm herkes gibi, sen gibi. Elde olsa büyür müydüm? Kocaman bir soru işareti kimimize göre. Duygularımı sevdim ben hep. Sevincimi, hüznümü, öfkemi sevdim. Ve tutkularımı, inadımı, heyecanlarımı daima. Sabrettiklerimi ve vazgeçtiklerimi düşündüğümde görüyorum ki beni onlar bugünkü ben yaptı işte. Doğaya kulak vermeyi sevdim. Edebiyatı sevdim, şiiri. Şimdilerde dillenmemiş sustuklarımı yazıyorum. Evladıma, henüz doğmamış torunuma bir iz düşümü olsun istiyorum bu satırlar. Hepsi bu. Ne mi yazıyorum? Kalbimden taşanları, gezdiklerimi, gördüklerimi, okuduklarımı, doğayı ve tabii ki insanı insan yapan her nev’i duyguyu.

WordPress.com.

Up ↑

%d blogcu bunu beğendi: